Kekemelik Forum

Tam Versiyon: Yeni bir bakış açısı - İngilizce makale
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
Sayfa: 1 2 3 4 5 6
Merhaba arkadaşlar,
İngilizce bilenler için güzel bir yazı
https://understandingdysfluency.com/2017...unishment/

Aranızda İngilizcesi iyi olanlar bunu Türkçeye çevirse çok çok iyi olur! (Grup çalışması olarak da düşünülebilir yeter ki İngilizce bilmeyenler de faydalansın!)
Petra Hanım gibi özel bir insanın (ayrıca Ercan Bey) isteğini yerine getirmek, bir kekeme olarak boynumun borcu olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, okuyucunun rahat anlayabilmesi için metni kendi bağlamından koparmamak suretiyle birazcık kendi karakterimle çevirdiğimi söylemem gerekiyor. Bir de yazı baya uzun, tek seferde çevirmem zor, parça parça çevireceğim, zira iş yoğunluğu falan… anca vakit buluyorum. Metin içerisinde geçen “Unconscious” kelimesini ben bilinçaltı olarak çeviriyorum, zira bilinçdışı bence yanlış bir tabir olabilir, bunun haricinde metinde geçen önemli kavramları çevirirken herhangi bir değişiklik yapmadım. umarım ikinci bölümü en kısa sürede yayınlarım. Okuyacak olanlara şimdiden iyi okumalar...




BİRİNCİ BÖLÜM

(Bu makale Matthew O'Malley tarafından yazıldı ve Türkçeye Cemal tarafından “kekemelikforum” sitesi için çevrildi.)


KEKEMELİK, HAREKETİN VE ÖDÜL-CEZA SİSTEMİNİN BİR DÜZENSİZLİĞİ OLARAK OLUŞTU (BİLİNÇ-ALTI(unconscious), KİNESİA PARADOXA, TEDAVİ, TERAPİ, MOTOR SİSTEM, PARKİNSON, CEZA)


Giriş:
(Metnin sadece özetini okumak için alttaki özet başlığına gidebilirsiniz.)

Kendi kendine hiç şu soruyu sorduğun oldu mu: "Kekemeliğin bütün karakteristik özelliklerine bakıp, kekemeliğin ne olduğunu çözmüş olan birileri yok mudur?"

"Kekemeliğin ne olduğunu açıklayabilmek için kekemelik hakkında bütün parçaları bir araya getirmiş ve pazılı tamamlamış bir araştırmacı yok mudur?"

Öte yandan, bütün bunların ışığında kekemelik fenomenine ve kekemeliğin bütün bu karakteristik özelliklerine bakan dıştan bir gözlemci bile kekemelik enigmasının (gizeminin) çözülebilecek bir şey olduğunu düşünür, bu hissiyata kapılır. Hatta kişi bütün bunlara bakarak, bunun şimdiye değin çözülmüş olması gerektiğini düşünür.

"Neden insanlar bazı durumlarda kekelerken bazılarında kekelemez?"

"Neden kekeme bir birey, bir kelimede birkaç saniye takıldıktan sonra kelimenin tamamını aniden çıkarır? Ne değişti ki?"

Eğer bu soruların veya bu soruların benzerlerini sorduysanız, bu demektir ki aynı sorulara sahibiz. Ayrıca ben bunu bir kaç yıl önce sormuştum ve hiçbir yerde tatmin edici bir cevap bulamadım. Bu konu üzerinde dünyanın öncü uzmanlarını aradım, tabii olarak kekemeliğim için de tedavi aradım ve her ikisinde de hayal kırıklığına uğradım. Ben sadece kekemelik için mantıklı bir cevap ve makul, etkili bir tedavi istiyordum; eğer bu istediklerimi alsaydım, kekemeliğin dünyasından çeker gider ve asla geriye dönüp bakmazdım.

Ne yazık ki, netice böyle olmadı...

Bütün bu cevapları ararken ve muhtelif tedaviler alırken, ben hâlâ kekeliyordum ve hâlâ kekemelik benim için gizemini korumaya devam ediyordu. Bütün bu çekişmeler yıllar boyu hayatımın bu noktasına kadar devam etti ve ömrümü tüketti. Kekemeliğimle başa çıkmak için makul bir cevap bulamamak… işte bu gerçek, beni hayatta çok zorlu dönemlerden geçirdi.

En sonunda; "Mademki kekemelik zaten hayatımı tüketiyor, neden bunu kullanmayayım ki?" diye bir karar verdim.

Sorduğum şu sorunun cevabını aldım: "Kekemeliğin doğasını çözen ve bütün parçaları bir araya getirip pazılı tamamlayan birileri yok mudur?" Cevap; "hayır, yok" idi. Böylece bu soruyu sormak yerine kendime şu yeni soruyu sordum: "Neden ben pazılı tamamlayan kişi olmayayım ki?"

Bu yeni soruya cevap vermek için hayatımı buna yönelik geçirmeye karar verdim ve kendimi buna adadım. Erken yaşlarımda kekemeliği çözememem hayatımda zorlu dönemler yaşamama sebep oldu. İçinde olduğum yolculuk insani bir yolculuktu… yani içinde acı ve ızdırap barındıran bir yolculuk. Acının doğası gereği anlamlı olduğunu düşünürken, ben de bu gayeyle acımı anlamlı hale dönüştürmeyi umut ediyordum. Kendimi alçak gönüllülükle, bu soruları soran ya da günün birinde soracak olanlara fayda sağlayacak biri olarak varsayıyorum. Umarım bunu iyi bir şekilde yaparım.

Bu yola kendimi adadığım yaklaşık beş yıldan beri, "konuşma-dil bozuklukları" (Speech-Language Pathology (SLP)) bölümünden en yüksek onur derecesiyle mezun oldum. Ayrıca, konuşma ve dil bozukluklarını tedavi eden bir gelişimci terapist olarak da çalıştım. Ancak en önemlisi, yukarıdaki soruların cevaplarını bulmak için tutkulu bir merak ve derin bir motivasyona sahiptim ve sırf bunu başarabilmek için yaptım bütün bunları. Neyse ki, bu sürecin meyve vereceğine inanıyorum artık.

Araştırma ve Akademi alanındaki problemler ve benim buna farklı yaklaşımım

Öncelikle belirtmek isterim ki, çok iyi çalışmalar akademik camiada yayımlanıyor. Akademik camianın muhtelif avantajları ve camiada yer alan çok zeki, çok değerli insanlar var. Camianın yaptığı bütün değerli araştırmaları takdir ediyor, sıkı çalışmalarından ve katkılarından ötürü onlara şükranlarımı dile getiriyorum. Fakat aynı zamanda akademik alan kusursuz değil ve sınırları olmayan bir kurum da değil. Bu arada bu, hâlihazırda görüşüp konuştuğumuz ve zaten bu konuda hem fikir olduğumuz akademisyenlerden kaynaklanan bir sorun asla değil…

Ancak, bununla birlikte, kekemelik üzerinde yapılan mevcut ve geçmiş araştırmaları bir araya toplayıp/sentezlemek için harcanılacak çok az zaman var. İyi planlı araştırmacılar, kekemeliğin örtük kalmış yanlarını açığa çıkarmak için beş yıl harcıyorlar.

Yukarıda sözü geçen arayışların doğasında olan şey, ihtiyacımız olanın yeni bilgiler olduğuna dair inançtır. Ancak sorun, kekemelik hakkında bilgi eksikliğimizin olduğu değildir. Bir bilgi eksikliğinden daha çok, sahip olduğumuz bilgileri bir araya getiremiyor ve bundan bir sentez çıkaramıyor olduğumuzdur. Eğer büyük resme birazcık odaklanıp bakılırsa, sorunu çözebilecek birçok anlayış görülebilir.

Üstelik, birçok araştırmacının da hem fikir olduğu üzere; muhtelif akademik çalışma bu tutkulu arayışa cevap için yardımcı olmaktan uzaklar. Akademik çalışma, evvela hazırladığınız sorulara cevap vermek yerine, enerjinizi tüketebilir, sizi bezdirebilir ve önünüze, yasal yükümlükleri yerine getirmeniz için kâğıtları serebilir.

Bu sorunların bir sonucu olarak, ben farklı bir yaklaşım sergilemekteyim. Tutkulu arzularımın bu arayışa cevap bulmam için dinmek bilmeyen bir kaynak olarak bana rehberlik etmesine izin vereceğim. Kendimin ve kendim gibi birçok kekemenin kekemeliğini gözlemliyor, yaptığım gözleme ve sezgilerime güveniyorum. Ben hali hazırda var olan bilgiyi sentezlemeye odaklanıyorum. Anlamadığım hiçbir şeye inanmıyorum. Ayrıca, sıkıcı akademik araştırmaların detaylarının içine derinlemesine daldığım sırada emin oldum ki, ben de çoğunluğun görüşünü savunuyordum. Birçok arayış, ayrıntılarla boğuşmaktan büyük resmi göremiyor. Ayrıca bütün bunlar [kendisinin yaptığı çalışmalar] elbette ki benim faydam için, zira bizler bilgi çağında yaşıyoruz ve benim açımdan bunun birçok avantaj sağladığı da açık.

Konuya girmeden önce son olarak, kekemelik hakkındaki bu makalemi boğucu akademik jargondan arındırıp, herkesin anlayabileceği bir hale getirmek için çok çalıştığımı söylemek isterim. Akademik bir jargonla yazabilirdim ama bunu yapmadım. Konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan okuyucuların rahatlıkla anlayıp doğru bir değerlendirme yapabilmeleri için basit bir dil kullandım (ki akademik jargona kıyasla bu çok daha zor). Ortaya attığım düşüncenin mantığını, gücünü ve netliğini kavrayabiliyor ve kendi kendinize değerlendirebiliyorsanız, bloğumdaki sayfalara, açıklamalarımın güvenilirliği hakkında arama yapmanıza, bloğu didikleminize gerek yok. Bununla beraber, bilinsin ki; eğer ben bir şeyler anlatıyorsam, muhakkak bunun bir dayanağı vardır. Bazen konuyu açıklamak için ilgili araştırmalardan söz ettiğim için yazı dolaylı ve karışık gelebilir ama değil.

Kekemeliği açıklığa kavuşturmak:

Peki ya eğer, hareket bozukluğu olan parkinson hastalığının şiddetinin de tıpkı kekemelik gibi koşuldan koşula değiştiğini biliyor olsaydınız?

Ya, tıpkı bir kekemenin koşullar değiştiğinde kekelememesi gibi, parkinson hastalığına sahip kişilerin de bazı koşullarda normal hareket kontrolüne ulaşabildiklerini biliyor olsaydınız?

Ya eğer, konuşma ile alakası olmayan ama “kekemelik” diyebileceğimiz davranışların olduğunu bilseydiniz? Ya golfçüler vuruş ortasında donarsa ve vuruşlarını tamamlama yeteneğini kaybederse? Ya bazen dart atıcıların kolları baskı altında istemsizce donarsa ve dartı ellerinden atıp çıkaramazlarsa? Ya aynı golfçüler ve dart atıcılar bu hareketleri pratik yaparken mükemmel bir şekilde yapabilseler de maç esnasında yapamazlarsa? Bunlara da bir çeşit kekemelik denilemez mi?

Ya eğer, konuşmayla ilgili olmayan "kekemelik-benzeri" davranışların birçok farklı türde davranışı etkilemeye devam ettiğini öğrenseydiniz?

Ya eğer, tıpkı konuşma dilinde olduğu gibi işaret dilinde de insanların kekelediğini öğrenseydiniz?

Ya, “sesli konuşmanın” bedenin hareketi olduğunu fark ettiyseniz ve bu hareketin nasıl çalıştığıyla daha çok ilgilenmeye başladıysanız?

Ya eğer, yapacağınız hareketin istencini fark etmeye başlamadan evvel, bilinçaltı süreçlerinizin bunu bilincinizden önce yapageldiğini öğrenseydiniz [burada, aşağıda da göreceğimiz üzere Libet deneyine atıf yapılıyor]?

Ya eğer, konuşmanın çoğunlukla bir bilinçaltı süreci olduğunu öğrenseydiniz?

Ya blok ve kekemeliğin aynı zamanda bilinçaltı süreçler olduğunu ve bu bilinçaltı süreçlere hangi faktörlerin müdahil olduğunu anlamanın mümkün olduğunu öğrenirseniz?

Ya eğer, konuşma eylemi de dâhil bütün eylemlerin ve hareketlerin (motor sistem) ödül-ceza sistemiyle bağlantılı olduklarını öğrenseydiniz? Ya, bu bağlantıyı ve çevre ile ilgili ilişkisinin nasıl olduğunu anlamaya başlasaydınız? Ve eğer bu bağlantı kekemeliğin çok değişken yapısını açıklayabiliyor olsaydı?

Ya eğer, kekeleme korkusu ve beraberinde gelen utanç, sosyal dışlanma, terk edilme ve reddedilmenin evrimsel bir ölüm-kalım korkusuna dayandığını öğrenseydiniz? Ya anksiyetenin işte bu yüzden bu kadar güçlü olduğunu öğrenseydiniz?

Ya eğer, konuşmayı hareket olarak görmeye başladıysanız ve evrime dayalı tüm hareketlerin bir hedefe yönelik olduğunu ve bilinçaltının bunu desteklemesi için “ödüllendirici” ve faydalı bir hareket olarak görmesi gerektiğini öğrenseydiniz?

Tekrar ediyorum: Ya eğer, konuşmanın bir hareket olduğunu öğrenseydiniz? Ya bilinçaltının sürekli olarak çevreyi değerlendirdiğini ve spesifik bir ortam içinde avantajlı olarak gördüğü hareketlere izin verdiğini öğrenseydiniz? Ya olası her hareket planlanmış bir ödül/ceza sonucu yapılabiliyorsa? Ya kekeme olan insanların bilinçaltı, çevrede diğer insanlar olduğu zaman konuşma eylemini ödül-ceza sistemi içerisinde ceza olarak görmüşse? Ya, kekeme insanın bilinçaltı bu konuşma eylemlerini ödül-ceza sistemi içerisinde ceza ve hatta ölümcül bir tehdit olarak görüp, konuşma eylemine izin vermediyse?



Peki ya yukarıda varsaydıklarımızın sadece varsayımdan ibaret olmadıklarını, bir başka deyişle bunların doğru olduğunu öğrenseydiniz? Bu sizin kekemeliği anlamaya yönelik bakış açınızı değiştirir miydi? Ya eğer, bütün bu yeni bilgilerin ışığında kekemeliği anlamaya dair berrak bir çerçeve kurabileceğimizi öğrenseydiniz? Ya eğer, bu yeni anlayışla kekemeliğe dair çok daha efektif bir sağaltım/ bir tedavi uygulayabileceğimizi öğrenseydiniz?

Peki öyleyse, az önce sıraladığımız “sorular” doğru.

Ve evet, bu sorulara verilen cevaplarla kekemeliği anlayabiliriz.

Ve evet, bu yeni anlayışla yeni bir tedavi düzenleyebiliriz.

Ve sadece yapabilmekle kalmayacağız…

Hadi başlayalım.
Eline kalemine sağlık. Devamını merakla bekliyoruz.
Matthew O'Malley aynı zamanda Stuttering Community Facebook grubunda da yazıyor, hatta bir ara yöneticisiydi (yanılmıyorsam).
Devamını merakla bekliyorum...
Petra Hanım ve esfaop, ilginiz ve desteğiniz için çok teşekkür ederim... En kısa sürede ikinci bölümü paylaşacağım umarım.
2. bölüm
 
Makalenin özeti:
 
İnsan hareketini sağlayan süreçler, bilinçli farkındalık seviyesinin altında, yani başka bir deyişle bilinçaltında işlemektedir. Konuşma bir hareket olduğundan; bu bilinçaltı süreçler hem akıcı konuşmayı hem de kekelemeyi destekler, etkinleştirir ve yaratır. Konuşma da dâhil olmak üzere insanların yaptığı bütün hareketler bilinçaltında algılanan dürtü sayesinde oluşur. Bu dürtü, “bilinçaltı” tarafından her hareketin ödül/ceza beklentisinin hesap edilmesi sonucu belirlenir. Hareketlerin yapılabilmesi ve desteklenmesi için, kişinin bilinçaltı, hareketin sonucunu faydalı olarak (ödül olarak) varsayması gerekir. Eğer bir hareket bilinçaltı tarafından olası acı verici, müeyyideli veya önemli bir yaşamsal tehdit olarak varsayılırsa, hareketi gerçekleştirmek için gerekli olan bilinçaltı süreçleri hareketi desteklemeyecektir. İnsanlar sosyal hayvanlar olduğu için dışlanma, reddedilme ve/veya terk edilme, bilinçaltı tarafından algılanan yaşamsal tehditlerdir. Kekeme insanlarda, hareketin altında yatan bilinçaltı süreci, belirli ortamlardaki konuşma eylemini muhtemelen acı verici ve/veya yaşamsal bir tehdit olarak belirlemiştir. Sonuç olarak hareketler ne desteklenir ne de yapabilmeleri için gerekli hazırlık bilinçaltı tarafından sağlanmaz. Sonuç; kekeme birey bilinçli olarak konuşmak isterken, bilinci konuşma eylemine yönelik güçsüz bir girişimde bulunur ama bilinçaltı bu eylemi desteklemediği için blok ve kekemelik oluşmuş olur. Bu bilinçaltı süreçleri çevre içerisinde değişkenlik gösterir ve çevresel değişiklere vs. binaen bilinçaltının yaptığı hesaplamalar anbean değişir. Kekemelik tedavisi, problematik ortamlarda (muhtemelen diğer insanların olduğu ortamlarda) konuşma eyleminin ödül-ceza döngüsünde “ceza” olarak algılanmasının değiştirilmesine, yani başka bir deyişle; bu tarz ortamlardaki konuşma eylemlerinin bilinçaltındaki algısının/izdüşümünün değiştirilmesine odaklanmalıdır. Tedaviler, bilinçaltında oluşan ceza döngüsünün beklentisini ortadan kaldırmayı hedeflemelidirler. Anksiyete ve korku, bu ceza/acı beklentisinin bir göstergesidir. Korkunun kekemelikteki rolü üstüne birçok hipotez var ve benim bu iddiam da bunlardan biri. Ancak, daha da önemlisi, tedavinin amacı, bilinçaltında konuşma eylemiyle bağlantılı olan acı/ceza (korku veya anksiyete değil) beklentisinin ortadan kaldırılmasına yönelik olmalı. Neyse ki tedavi prognozu için (prognoz, bir hastalığın seyri hakkında tahmini ve iyileşme şansı olup olmadığı anlamında kullanılan tıbbi bir terimdir), bu bilinçaltı süreçleri değişime açıktır. Tedavi bakış açıları tartışılmıştır. Yukarıda söylenenleri aydınlatmak adına, bu makalede Parkinson hastalığının bir türü olan “kinesia paradoxa” ile kekemelik arasındaki benzerlikler tartışılacaktır. Kinesia paradoxa, Parkinson’u olan ve bunun yanında çevresel değişiklere dayalı hareket kabiliyeti olanların, bu hareket kabiliyetindeki dramatik değişimini tanımlayan bir terimdir. Bu hareket kabiliyetindeki değişimlerin kökü, yukarıda tartışıldığı gibi, bilinçaltı motivasyonundaki değişimlere dayanır. Bu epey kısa bir giriş; daha berrak bir dille ve daha detaylı bir biçimde bu süreçler aşağıda aydınlatılacaklardır.
 
Makalenin Tamamı
 
Konuşma, dilin formülasyonunu içeren kompleks bir iştir. Ancak, fiziksel performans olarak konuşma bir harekettir. Kişi “sesli konuştuğunda”, vücudunun değişik bölümlerinin hareketine ihtiyaç duyar. Konuşmacı bu amaçla dudaklarını, dilini ve çenesini hareket ettirmek zorundadır, ki bunlar kasların gevşeyip kasılmasından ibarettir. Konuşmacı, kaslarını akciğerlerin nefes alıp verişiyle uyumlu bir biçimde hareket ettirmeli. Vokal kort'un (ses teli'nin) titreşmesini sağlayacak kasları hareket ettirmelidirler. Önemli nokta şu; konuşma bir harekettir. Kişi sesli konuştuğunda vücudunu oynatmak zorundadır. Bu bir motor hareket.
 
Kekemelik, istenilen şekilde konuşma hareketlerini yapamama halidir
 
Kekemeliğin gözlemlenebilen semptomu, kekeme bireyin arzuladığı konuşma hareketlerini yapamamasıdır. Bir kekeme birey “sesli bir şeyler söylemeye” kalkışırken (konuşma hareketi), nihayetinde istediği uygun hareketleri meydana getiremez. Bu bir blok şeklinde olabilir (takılıp kalma), bir tekrar (ses, hece, kelime, kelime öbeği) olabilir veya konuşmada “ikincil hareketler” olabilir(el, kol, bacak, dudak, dil ve/veya kafa hareketleri gibi). Behemehâl, kekeme bireyin konuşma girişimi gerçekleşmez.
 
Buna dayalı olarak, insan hareketlerinin nasıl işlediğine yakından bakmak anlamlı olsa gerek.
 
Hareketin altında yatan bilinçaltı süreçler
 
1980’lerin ortalarında, istemli harekette bilinçli iradenin rolünü keşfetmek için bir araştırma düzenlendi. Bu araştırma, bilinç araştırmaları alanında öncü bir bilim adamı olan Benjamin Libet tarafından yapıldı. Onun bu çalışması, yaygın olarak özgür irade ve onun meşruiyeti hakkındaki çıkarımları bakımından biliniyor. Çalışmanın bulguları, bedenin istemli hareketlerinin gerçekleşmesinden sorumlu süreçlerin, kişi bu hareketlerin istencinin farkına varmadan evvel teşekkül olunduğunu belirlemiştir. Başka bir deyişle, biz yapacağımız hareketin farkındalığına varmadan evvel sinir sistemimiz bu süreçleri başlatıyor.
 
Mesela: diyelim ki ben bir sandalyede oturuyorum, sonra su içmek için ayağa kalkıyorum. Bilincimde, su içmek için ayağa kalktığıma dair bir an vardı. Ayağa kalkmaya karar verdiğim bir an vardı. Libet’in bulguları açığa çıkardı ki; ayağa kalkma isteğimin farkındalığının öncesinde, sinir sistemlerim çoktan söz konusu hareket için gerekli süreçleri başlatmıştı. Yani, söz konusu hareketi yapma isteğimin farkına varmadan evvel, bilinçaltım çoktan hareketi yapmaya başlamış bile.
 
Konuşma bir hareket olduğundan ve ayrıca kekemelik de bireyin arzuladığı konuşma hareketlerini yapamaması iken, yukarıdaki bilgi şüphesiz kekemeliğin anlaşılmasında önemlidir. Bu, hareketi yapmayı sağlayan ve bilincin altında işleyen süreçlerin önemli olduğunu gösterir. Hadi biraz daha yakından bakalım.
 
Araştırma gösteriyor ki; istemli hareketin fiilen yapılmasından 550 milisaniye önce, beyin istemli hareketten sorumlu motor devrelerini aktive ediyor: ki bu yarım saniyeden biraz fazla bir süre (Libet, 1985). Fiilen hareketin yapılmasından yaklaşık 200 milisaniye önce ise, kişinin bu istemli hareketin farkındalığı teşekkül etmiş oluyor. Bu ise, çeyrek saniyeden biraz daha az bir zaman. Basit bir matematikle, kişinin kendi istemli hareketinin bilinçli farkındalığından yaklaşık 350 milisaniye önce beynin aktive olduğunu bulabilirsiniz. Az önce verilen bilgiler ve söz konusu süreçlerin başlamasıyla ilgili zamanlar, Libet’in 1985 yılında yayımladığı “Unconscious cerebral initiative and the role of concscious will in voluntarly action” adlı makalesinden alıntıdır. Şu adresten söz konusu çalışmaya ulaşabilirsiniz (https://www.cambridge.org/core/journals/behavioral-and-brain-sciences/article/abs/unconscious-cerebral-initiative-and-the-role-of-conscious-will-in-voluntary-action/D215D2A77F1140CD0D8DA6AB93DA5499).
 
[Not: Yazarın verdiği adres çalışmadığı için mütercim olarak ben orijinal adresi bulup yukarıda paylaştım. Adres orijinal olduğu için makalenin ancak öz (abstract) bölümü okunabilir ama zaten günümüzde akademik makalelere ücretsiz nasıl ulaşılacağına dair bilgiler mevcut, isteyen rahatlıkla bulabilir.]
 
Yukarıda da tartışıldığı üzere, bilinçli farkındalığın öncesinde oluşan bu süreçlere, yani hareketin bilinçaltında hazırlanma faaliyetine “readiness potentials” (hazırlık potansiyelleri) deniliyor. Daha sonra bu terimi kullanacağım için unutmayın. Bilinçli farkındalığın öncesinde gerçekleşen bu süreçlere ayrıca “Bereitschaftsfeld potentials” da deniliyor ve araştırmacılar bazen “readiness potentials” yerine bu terimi kullanıyorlar. Ancak ben, “readiness potentials” (hazırlık potansiyelleri) terimini kullanacağım.
 
[Not: “readiness potentials” hazırlık potansiyelleri ve/veya bilkuvveleri diye çevrilebilir ama ben çevirmeden aslını yazıyorum, zira bu terimi araştırmak isteyenlere kolaylık olsun diye çevirmeden yazacağım.]
 
Kısa ve Basit Bir Tekrar
 
1–) Konuşma bir harekettir. 2-) Kişi yapacağı hareketin farkına varmadan evvel bilinçaltı süreçler başlar bile (yani nörolojik sistemler aktive olur). 3-) Bilinçaltının hareket için gerekli süreçleri başlatmasından yaklaşık saniyenin üçte biri sonrasında kişi yapacağı hareketin bilincine veya isteğine varıyor. 4-) Kişi yapacağı eylemin bilincine veya isteğine vardıktan yaklaşık saniyenin beşti biri sonrasındaysa hareket yapılıyor.
 
Kekeme birey, readiness potentials (hazırlık potansiyelleri) ve konuşmadan önce gelen bilinçaltı süreçler
 
Walla, Mayer, Deecke ve Thurner 2004 yılında, kekeme olan ve olmayan bireylerin konuşmasına yol açan nörolojik aktivasyonu incelemek için bir çalışma yürüttüler ( https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/15219604/ ). Kekeme bireylerin konuşmasını sağlayan nörolojik aktivite, kekeme olmayan bireylerin konuşmasını sağlayan nörolojik aktiviteye göre apaçık farklıydı.
 
Bunu ölçmek için, kekeme olan ve olmayan bireylerin konuşmaları esnasında beyin aktivitelerini görüntülediler. Deneyin bir parçası olarak, araştırmayı yürütenler deneklere (hem kekeme olan hem de olmayan bireylere) monitör ekranında bir kelime gösterdiler. Denekler, kelimeyi gördüklerinde söyleyeceklerdi. Kekeme bireylerde, eğer varsa, mevcut kelimeyi söylemelerini sağlayacak olan beyin aktiviteleri çok azdı. Yani kekeme bireylerde hareketi destekleyecek olan “readiness potential” (hazırlık potansiyeli) yoktu. Kekeme olmayan bireylerde ise, mevcut kelimeyi söylemelerini sağlayacak önemli oranda beyin aktiviteleri vardı. Yani kekeme olmayan bireylerin “readiness potentials” (hazırlık potansiyelleri) vardı.
 
Tekrar ifade etmek gerekirse; hareket için gerekli olan bilinçaltı hazırlık faaliyetleri (readiness potentials), konuşmaları öncesinde kekeme bireylerde mevcut değildi. Konuşma hareketi de dâhil olmak üzere bu bulgu, standart olarak hareket etmek için gerekli olan beyin aktivitelerinin kekeme bireylerde konuşmada normalden farklı olduğunu, başka bir deyişle sapma olduğunu gösterdi. Ancak kekeme olmayan bireylerde, ekranda gösterilen kelimenin sesli bir şekilde söylenmesini sağlayacak nörolojik hazırlık aktivitesi (readiness potential) mevcuttu.
 
Az önce verdiğim özeti pekiştirmek amacıyla, Walla, Mayer, Deecke, & Thurner’den bir alıntı ile devam etmek istiyorum (2004): “Bu çalışmanın amacı, konuşmayla ilintili olarak, istemli hareketlerin öncesinde gerçekleşen nöral aktivitenin ışığında, bir 'motor kontrol konuşma bozukluğu' olan kekemeliği araştırmaktı.” Devam ediyorlar, “Sadece kekeme olmayan bireylerde konuşma öncesi oluşması gereken, gösterilen kelimeye bağlı olarak yorumlama yapması gereken ve söylenilecek kelimeyi yansıtması beklenen nöral aktivite net bir biçimde görülüyordu. Bu konuşma öncesi aktivite, diğer birçok istemli hareket için tanımlanan 'Bereitschaftsfeld' (hazırlık potansiyelleri)’nin sonraki bileşimi olan 'Bereitschaftsfeld2' (BF2)’yi yansıtması gerekirdi. Sonuçlarımız, tek kelime bazında olmak üzere, bu tür hazırlayıcı beyin aktivitesinin eksikliği ile kekemelikteki akıcı konuşmanın yetersizliği arasında güçlü bir bağlantı kurmaktadır.”
 
Konuşma, bilinç seviyesinin altında gerçekleşen otomatik bir kabiliyettir
 
Hepimiz şunu duymuşuzdur, “Bir bisiklet sürmek gibi.” Bu tabir sadece, bisikletin üstüne atlayıp onu sürebildiğinizi ima eder. Ancak, bu nasıl mümkün? Eğer bu işin karmaşıklığını düşünürseniz, göreceğiniz şey çok kompleks bir iş olacaktır. Dengeniz vb. şeyler ile birlikte önemli sayıda kasları da koordine etmek zorundasınız.
 
Peki, bu nasıl mümkün olabiliyor?
 
Bu mümkün, zira bilincin farkındalık seviyesinin altında olan ve adına bilinçaltı dediğimiz şey, gerekli bütün görevleri yerine getirir. Bisiklet sürmek, “otomatik kabiliyet” dediğim şeye iyi bir örnektir. Akademik camiada, bisiklet sürmek gibi otomatik süreçlere verilen isim “automaticity” idir.
 
Nasıl çalıştığı ise şu; motor/hareketi gerektiren işleri (bisiklet sürme, piyano çalma, koreografik dans etme vs.) öğrenip, söz konusu işlerde uzmanlaştıktan sonra, bunlar otomatikleşmeye başlıyor. Artık bu işleri yapmak önemli miktarda dikkat gerektirmiyor, zira kişi bu işleri rahatça yapabiliyor. Mesela, ben eğer bisiklet süreceksem, bisiklete binip gerekli olan her iki bacak kasımın uyumuna falan odaklanmam. Tek yaptığım bisiklete atlayıp sürmek. Bilincimin kontrolü olmaksızın, bilinçaltım gerekli olan bütün kasların uyumunu ve dengesini nasıl yapacağını zaten biliyor. Bu bir “otomatik kabiliyet”.
 
Konuşma da bir “otomatik kabiliyettir”. Kekeme olmayan bir insan konuşurken, konuşmayı sağlayan kasların kasılmasına veya gevşemesine odaklanmazlar. Nasıl yapılacağını biliyor ve rahatça yapıyorlar, çünkü bu bir otomatik kabiliyet. Yukarıda, sesli konuşmada gerekli olan kasların sayısına değinmiştim. Bunlar; dudaklar, dil, çene, akciğerler, gırtlak vs. Bütün bu kaslar, sesli konuşmak için aynı anda kontrol ve koordine edilirler. Bu görevin karmaşıklığı, bilincin altından kalkamayacağı kadar büyüktür. Bilinç için dili, dudakları, akciğerleri, gırtlağı falan mükemmel bir biçimde kontrol etmeye odaklanmak mümkün değildir. Bu, bilincin üstesinden geleceği bir görev değil. Bunun için, kişi ne zaman konuşursa, bilinçaltı süreçleri konuşma eyleminin gerçeklemesinde büyük bir katkı sağlar. Bunun yapılabilmesinin başka bir yolu da yok.
 
Sözün özü; konuşma için gerekli olan hareketler otomatiktir. Sesli konuşma, bilinçaltı tarafında sergilenen bir otomatik kabiliyettir. Konuşmacı, iletmek için seçtiği mesajı bir dereceye kadar kendisi seçip düzenler, fakat sesli konuşmayı gerektiren konuşma hareketleri ise bilinçaltında gerçekleşen otomatik bir kabiliyettir.
 
Ayrıca Ruth Mead da bunun üzerine kapsamlı bir şekilde yazmıştır.
 
[Not: Ruth Mead, “Speech is a River” adlı telifin sahibi.]
Sayfa: 1 2 3 4 5 6