Kekemelik Forum

Tam Versiyon: Kekemelik ve Eramus üzerine kısa bir yazı
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
Siz hiç bir başarınız yüzünden üzüldünüz mü? Kekemeyseniz muhtemelen ne demek istediğimi anlayacaksınız. 3. Sınıf öğrencisiydim, bir sınıf arkadaşımla okul-metro arasında gelip giden ringe binmiştim, muhtemelen aklımdaki tek şey eve dönmekti. O an cep telefonuma bakarken bir sınıf arkadaşımın bana atmış olduğu mesaja gözüm ilişti, Eramus ile Macaristan’a hibeli bir şekilde gitme hakkı kazanmıştım. Evet, o an dünyam başıma yıkıldı… Şimdi ne yapacaktım, nasıl gidecektim, orada kimse Türkçe bilmiyordu, nasıl olacaktı… Bu gibi soruları içimde cevaplamaya çalışırken, o şaşkınlıkla toplu taşıma kartımı kaybettim… Gitmeyi ben istemiştim, bunun için ortalamamı ben yüksek tutmuştum. Bunun için gerekli İngilizce sınavına ben girmiştim. Başvuruyu kendi ellerimle yapmıştım. Peki bu korku nedendi? Akabinde Erasmus’a gidecek öğrencilerle yapılan bir bölüm toplantısı oldu. Her öğrenciden gideceği ülkeyi söylemesi istendi. Bölüm koordinatörü hocamızın bu ülke hakkındaki bilgilerini ve önerilerini dinliyorduk. Sıra bana geldi ve ben Macaristan demek için 2 dakika uğraşmıştım… Sonu gelmez bloklarla boğuştum… Macaristan diyebildiğim zaman çok yorgundum, çok bitmiş ve yıkılmıştım. Adını bile 2 dakikada söyleyebildiğim ülkede 5-6 ay yaşayacaktım. O an yapmamam gereken bir şey yaptım, vazgeçtim… Hocama kekelediğimi; orada kurumumu ve ülkemi iyi temsil edemeyeceğimi söyledim. Eğer benim yerime başkası gitmek isterse hakkımı verebileceğimi söyledim. Bunun üzerine hocam benim iyi bir öğrenci olduğumu, bunları kafama takmamam gerektiğini söyledi. Gittiğin zaman eğlenmene bak dedi. O gün benim hayatımın en kötü günlerinden biriydi, itiraf etmek gerekirse o günün üzerinden 3 yıl geçmesine rağmen hala Macaristan diyemiyorum. Pasaport işlemleri, vize işlemleri, evrak işlemleri, karşı kurum işlemleri, yurt işlemleri, uçak bileti, uçağa biniş, aktarma ile İstanbul’a gidiş, karın ağrısı, pasaport kontrolü, Budapeşte’ye yolculuk, havaalanında iniş… Artık başka bir ülkedeydim ve buradaki kimse beni tanımıyordu. İnsanlarla konuşa konuşa ulaşım sistemlerini anladım, gideceğim yeri buldum, yolda insanlara sora sora Budapeşte’ye 30-40 dakika uzaklıktaki havaalanından Budapeşte’ye, oradan trenle 4 saat uzaklıktaki Peç şehrine gittim. Gece 11 gibi yurda geldim ve yurt kayıt işlemlerimi yaptım. Tüm bu süre zarfında hayatımda hiç kekelemediğim kadar fazla kekelemiştim. Fakat başarmıştım! Yurttaydım, yatağımdaydım! İşin tuhafı konuştuğum kişilerin çoğu İngilizce bile bilmiyordu! Üçüncü günümde okuluma gitmiş, arkadaşlarımla tanışmıştım. Şehir kütüphanesine kayıt olup Macar tarihi ve sosyolojisi ile ilgili kitaplar alıp okudum. Onların kültürlerini öğrendim. Bu sayede Macar bir arkadaş grubunda tek yabancı öğrenci olarak yerimi aldım. İlk ayımın sonuna doğru geçici oturma iznimi aldım. Önce 2 Türk arkadaşım ile Viyana ve Prag’ı; sonrasında 1 Türk arkadaşım ile Roma, Barselona, Paris ve Brüksel şehirlerini gezdim. Defalarla Budapeşte’ye gittim. Dönemin ortasına doğru aldığım derslerden 2’sinin final sınavlarının hem yazılı hem sözlü olacağını öğrendim. Başıma ilk kez böyle bir şey geliyordu. Önce bir yazılı sınava gireceğiz, geçer puan alanlar sözlü sınava girecekler… Hoca bizi grup halinde 4’er kişi olarak sınav salonuna alacak. Her birimize 1’er soru soracak. Sonra biz her birimiz bir arkadaşımıza soru soracağız… Bunu yaparken de cevap için 5 dakikalık sürelerimiz olacak. Endişeyle hocamın yanına gidip kekeme olduğumu ve 5 dakikanın bana yetmeyeceğini söylediğim zaman durumumu bildiğini ve benim için bir süre sınırı koymayacağını söyledi. Son iki hafta sınavlarıma sıkı sıkıya çalıştım. Hatta Hırvatistan gezisine çıkacak arkadaşlarıma eşlik edememiştim… Pek çok konuşma ve soru cevap pratiğinin ardından ilk sözlü sınav deneyimim için sabah erken saatte kalktım. Gömleğimi ve ceketimi giydim. Okuluma doğru yürürken Macarların Napoleon dedikleri, üstü çikolata kaplı şekerli bir hamur işi/poğaça türevi kahvaltılıktan aldım. Sınav salonuna giriş yaptığımda önümde yazılı sınavım, aklımda ise bunu geçersem gireceğim sözlü sınav vardı. Çok çalışmış olduğum için yazılı sınavda pek zorlanmadım. Sözlü sınava girdiğimde ise hiç çalışmadığım bir soru ile karşılaştım. O an hoca ve sınıftaki 3 arkadaşım bana odaklanmışlardı. Ağzımı açmamla birlikte kelimelerin kendiliğinden döküldüğünü hissettim. O sınavdan 5/5 aldım. Sınav notunun belirlenmesi için sözlü sınav ve yazılı sınavın ortalaması alınıyordu. Diğer sözlü sınavın yazılı sınavından 3 almıştım…  Peki bilin bakalım sonrasında ne oldu? Sözlü sınavdan 5 aldığım için ortalaması 4 geldi. Kısacası artık kekemeliğim, ben istemezsem, bildiklerimin önüne geçemiyordu… Zira ben kekelesem de kendimi ifade edebileceğimi, bildiklerimi söyleyebileceğimi biliyordum. O dönem 4 üzerinden 3.87 ortalama yaptım (ülkemi ve kurumumu layığı ile temsil ettim!). Ülkeme pek çok deneyim, güzel anı ve dostlukla döndüm. Gezilerimde yeri geldi havaalanlarında yattım (yaklaşık gezilerimin yarısında böyle oldu), yeri geldi polislerle konuşmam gerekti (Çek Cumhuriyeti’nde otobüste emniyet kemerimi takmadığım için 25 Euro ceza yedim), yeri geldi çok hasta oldum ve hastaneye gitmem gerekti… Elbette kekemeliğim beni çok sevdiği için beni asla yanlış bırakmadı. Fakat unuttuğu bir şey vardı, ben onu artık gizlemem gereken en büyük sırrım olarak görmüyordum. O benim sadece bir özelliğimdi. Fakat bunların hepsinden öte ben 2 şey öğrendim. Birincisi kekemelik yüzünden hayatı ertelememem gerektiğini. İkincisi ise kekelesem de iletişim kurabileceğim çünkü konuşmanın amacı akıcı konuşmak değildi, iletişim kurmaktı. Konuşma sadece iletişim kurabilmek için bir araçtı. Peki ben vazgeçtiğimde hocam bunu kabul etseydi, haklısın deseydi, yapamazsın deseydi ne olacaktı? Bu soruyu okurun kanaatine bırakmak istiyorum…